DOĞA VE KÜLTÜR : KALECİK
Doğa, Kültür : KALECİK
Kalecik, Ankara’ya 70 kilometre uzaklıkta bulunan, kısa bir süre önce büyükşehir belediyesine bağlanan küçük bir ilçe. Ankara’nın hemen yanıbaşında olmasına rağmen pek uğranılmayan 12 bin nüfuslu bir yer.
Kısaca Tarih
Çeşitli veriler Kalecik ve civarının 5000-6000 yıllık bir geçmişi olduğunu ortaya koymakta. Yörenin Hititler tarafından iskan edildiği, daha sonra Frigyalıların egemenliğine girdiği bilinmekte.
Şimdi, yüzyılları atlayarak yakın zamanlara gelelim:
Bir zamanlar Çankırı’nın ilçesi olan Kalecik, Mart 1891’de Ankara’ya bağlanmış. Düyun-u Umumiye görevlisi Vital Cuinet tarafından kaleme alınan La Turquie d’Asie adlı eserde 1890’larda ilçe merkezinin nüfusunun yedi bine yaklaştığı, bunun 574’ünün Gregoryen Ermenilerden oluştuğu belirtilmekte. Cuinet’e göre 1890’larda ilçede 55 cami, 1 Ermeni kilisesi, 4 medrese, 2 han, çarşı içinde 200 dükkan, 2 hamam, 75 çeşme bulunmaktadır. Yine aynı kaynak ilçe ekonomisinin tarıma dayalı olduğunu belirtmekte, buğday ve arpa üretiminin önemli olduğunu vurgulamaktadır.
1907 tarihli Ankara Salnamesi [Yıllığı]’nde de Kalecik’in “mamûr” olduğu belirtilmekte, kentin kalenin eteklerinde yer alan “akropol” biçiminde büyük bir yerleşim yeri olduğu kaydedilmekte. Bu tarihte de nüfusun yüzde on kadarı gayrı müslimlerden oluşmaktadır. Bu kaynaktaki dikkati çekici bir husus Kalecik’in önemli ihraç malları arasında “kuru üzüm’ün sayılmasıdır. Ayrıca “kabak elması”nın meşhur olduğu da belirtilmektedir.
XX. yüzyılın başlarında yöre ekonomik açıdan büyük önem taşımaktaymış. Söz gelimi, Ziraat Bankası Anadolu’daki ilk şubelerinden birini Kalecik’te açmış.
Gezilecek Yerler
Kanımca Kalecik’i gezmeye kaleden başlamak gerekli. Rivayet olunur ki, bütün ovaya hakim vaziyette bulunan kale, bir zamanlar Bursa tekfuru tarafından kızına çeyiz olarak yaptırılmış. Küçük bir kale olduğu için de “kalecik” olarak adlandırılmış ve günümüzdeki yerleşim yerine adını vermiş. Kente adını veren yapı yakın zamanlarda restore edilmiş ve ne bileyim, Çamlıhemşin’deki Zir Kale gibi yeniden inşa edilmiş!
Şu anda görülen kalenin özgün yapı ile hiçbir ilgisi yok; sadece birkaç yerde geçmişteki sur kalıntılarından küçük parçalar ve bir sarnıç kalıntısı görülmekte.
Burada bir küçük not düşelim: Mustafa Kemal’in Kalecik’te bir kahve içimi kaldığı Şükrü Ağa’nın Konağı halen ayakta. Günümüzde ikametgâh olarak kullanılan ve harap vaziyette bulunan bu evin kapısında yakın zamanlara kadar küçük bir plaket varmış, ama nedense yakın zamanlarda kaldırılmış!
Kaleden yürüyerek kent merkezine doğru ilerlerseniz, muhtemelen Selçuklular zamanından kalma bir çeşmenin başında yün tokaçlayan kadınları görebilirsiniz. Hemen yakınlarda da hiçbir özgün yanı kalmayan Kale Cami’ni ziyaret edebilirsiniz.
Biraz daha aşağıda Tabakhane Cami bulunmakta. Cami, II. Abdülhamit’in saltanatının son dönemi olan 1909 tarihini taşımakta. Caminin adından hareket ederek yaklaşık yüz yıl önce çevrede dericilik işlerinin önemli olduğunu ileri sürmek mümkün. Anlatıldığına göre, Kalecik’in ortasından geçen Keçideresi yakınlarında meyilli bir arazi üzerine kurulan cami, üç Ermeni usta tarafından yapılmış.
Ustalar, inşaatı kubbeye kadar yaptıktan sonra işe ara vermiş ve “biz gelinceye kadar yapıyı ellemeyin” demiş. Ermeni ustalar, kubbenin yapılmasından önce, inşaatın yerleşmesi için bir sürenin geçmesi gerektiğini düşünüyorlarmış. Ama, onlar ara verince, cemat-i müslimin “inatla” kubbeyi tamamlamaya çalışmış; ama yaptıkları kubbe kısa bir süre sonra çökmüş. Bu durum üzerine de kubbe yerine düz bir çatı yapılmış.
Bu düz çatı halen mevcudiyetini sürdürmekte! Bu hikayeden çıkan sonuç; demek ki, “ince” hesaplarla kubbe yapmaya kalkanlara değil, “adam” gibi cami inşa eden Ermeni ustaya inanacaksın!!! Bu caminin andezit taşından yapılmış minber ve mihrabında aralarında çiçek ve üzüm salkımı gibi ilginç motifler de bulunmakta.
Şehir merkezinde bulunan, tamamıyla kesme taştan inşa edilen, iki katlı Adalet Sarayı gösterişli bir bina. XX. yüzyılın başlarında yine Ermeni ustalar tarafından yapılmış.
Kalecik’in girişinde Kağnı pazarı mevkiinde bulunan ve üç evden oluşan muhteşem bir konak neredeyse yıkılmak üzere. Bu yapının restore edilerek bir kültür merkezine dönüştürülmesi sanırım Kalecik için büyük bir kazanç olur. Tabakhane mahallesinde bahçeler arasında yer alan ve Ermeni ustaların bir diğer eseri olan Devranların Konağı da gerçekten görülmesi gereken bir sivil mimari örneğini oluşturmakta. Anlatıldığına göre bu ev Kurtuluş Savaşı sırasında askeri depo ve kışla olarak kullanılmış.
Kalecik yakınlarındaki bir diğer önemli eser de Develioğlu Köprüsü. Halk tarafından “Yedigözlü” olarak adlandırılan Kızılırmak üzerindeki köprünün ne zaman yapıldığına dair bir kayıt bulunmamakta.
Ancak, mimari üslubundan hareket edilerek XIII. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilmekte. Zamanın tahribatına uğrayan köprü yüzelli yıl kadar önce Dikmek köyünün ağası olan “Develioğlu” tarafından tamir edilmiş; bunun sonucu olarak da onun adıyla anılmaya başlanmış. Birkaç gözü kumla kapanmış olan 136 metre uzunluğunda ve 4 metre genişliğindeki köprü halen kullanılmakta.
Kalecik Karası
Kalecik’ten söz ederken şüphesiz ki sadece bu yörede üretilebilen “Kalecik karası üzümü” ne de değinmek gerekir.
Kaybolmaya yüz tutan bu üzüm türü, 1950’lerde Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nin gayretleri ile yeniden canlandırılmış ve Türkiye’nin en iyi kırmızı şarap üretilen üzümleri arasında yer almış.
Ne Alınır?
Kalecik’te öyle çok özel, “anı” değeri olabilecek eserler bulunmamakta. Ancak, Kalecik ayvası gerçekten çok güzel. Eğer kışa doğru giderseniz almanızı öneririm. Kalecik’in domatesi de gerçekten son derece lezzetli. Ancak, raf ömrü pek uzun olmadığı için iç piyasada satılamıyor. Uygun bir mevsimde yolunuz düşerse birkaç günlük tüketiminizi karşılayabilirsiniz. Cevizli börek ve ekşi mayadan yapılan ekmek de Kalecik’ten alınabilecek ürünler arasında bulunmakta. Özellikle ekmeğin çok lezzetli olduğunu söyleyebilirim.
Bir başka rotada birlikte olma dileğiyle...
YAZI: M.Bülent Varlık FOTOĞRAFLAR: Tempo Tur Arşiv
Leylegi Güncesi Web Sayfasından Alıntıdır.